Kayıtlar

Haziran, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
   Geçen okuduğum bir kitapta şöyle diyordu yazar; ''Hayattaki ıstıraplar tuz gibidir,ne azdır,ne de çok.Istırabın miktarı hep aynıdır.Ancak bu ıstırabın acılığı,neyin içerisine koyulduğuna bağlıdır.Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey,ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir.Onun içinde sen de artık bardak olmayı bırak,göl olmaya hatta derya olmaya çalış.''     Bunu okuduğumda aslında hiç bu açıdan olaylara bakamadığımızı farkettim.İnsanoğlu daima yaşadığı acıların onu boğduğunu,onu ezdiğini söyleyip durdu.En ufak bir üzüntünün bile onun hayatında izler bıraktığını ileri sürdü.Çünkü olaylar karşısında hep kendimizi o bardak gibi gördük. Oysa biz deniz olabilsek,görkemli ve koskocaman bir deniz,tüm bu acıları yutabiliriz.    Yazarın dediği gibi bardak olmaya devam edersek ıstırabın tadını çok fazla hissedeceğiz,tıpkı tuz gibi.Istırap veren şeyle ilgili hislerimizi genişletemeye ise o bardağı kırmakla başlamalıyız sanırım.O bardağı kırıp...
     Her insanın kendi etrafında duvarları vardır.Kiminin ki hapishane duvarları kadar yüksek,kimininki  ise kaldırım taşları kadar alçak.Kiminin ki betondan yapılı,kiminin ki çürük tahtadan.Ben o yüksek duvarlarımın üstüne oturmuş ayaklarımı sallandırırken insanların o alçak duvarları arkasındaki suratlarını görüyorum.Görüyorum ve hiç kimsenin göründüğü gibi olmadığını zamanla öğreniyorum.      Ve her zaman o yüksek duvarlarımın üstünde emin adımlarla yürüyerek hayatıma devam etmeye çalışıyorum.Gökyüzüne bakıyorum ve etrafımdaki insanların ne kadar kötüleştiğini,vurdumduymazlaştığını düşünüyorum.Sonra diyorum ki ''Umursama,zaten hiç alçaktan bakan biri yüksektekinin nasıl hissettiğini anlayabilir mi?